ben bir küçük cezveyim

köşe bucak gezmeyim

Pazartesi, Aralık 05, 2005

tv ile başbaşa

Nöbette poliklinikteyim. Müzik dinliyorum (alanis moriset) kantinden gelen köftemi az önce yedim ve şimdi üçü bir arada içiyorum ve biskrem yiyorum. Keyfim yerinde yani. İnşallah nöbette rahat geçerse daha bir keyfim yerinde olacak. Aslında yanımda ferhat göçer cd mi getirmiştim ama burda cd çalar yokmuş. Aldım ama daha hiç dinleyemedim. Yanımda ansetezi kitabımı ve samiha ayverdinin ezeli dostlar isimli kitabını getirdim. Buraya yazdıktan sonra biraz da onlara bakayım.
Cuma günü dediğim gibi sinemaya gittik, ali, sema ve ben. 11 matinesine. Salonda sadece üçümüz vardık. ferzan özpetek in kutsal yürek adlı filmini seyrettik. karşı pencereyi daha çok beğenmiştim. kötü değildi, çıkışta niye bu filme geldik demedik ama bence çok da güzel değildi. Filmden sonra pizza hutta yemek yedik. Hastaneye gitmeden gidip tezimi tek nüsha olarak bastırdım. Hocaya göstereceğim ve sonra da hepsi basılacak. Sanırım çarşambaya tezle işim bitmiş olur.
Tüm hafta sonumu evde geçirdim. Arada yengem de gelmese Cuma günü kapıyı kilitleyip bugün ikindide açmış olacaktım.
Cumartesi günü trt 2 de bir program vardı (trt 2 benim favori kanalım). İsfendiyar ve alp isminde, 30 yaşlarında özürlü iki çocukları olan ve ailelerinin zoruyla evlendirilmiş ama sonra birbirlerini çok sevmiş bir çiftin hayat hikayesi anlatılıyordu. Sanırım karı koca öğretmenlerdi. Çocukları o kadar bakımlıydı ki sadece dişleri bozuktu. Fiziksel olarak gayet iyi görünüyorlardı bu da tabii ki iyi bakım sonucu oluyor. Allah kolaylık versin. O insanları görünce büyük ibret almak gerektiğini düşündüm. Allaha şükrettim, tabii başka sonuçlar da çıkardım ama onlar bana kalsın.
Akşam ablam aradı, 1 saat kadar konuştuk. Fevkiye yengem ona oturmaya gelmiş ve kübranın yakında istanbula geleceğinin ve benim evi kiralayacağını söylemiş. Ablamın benim bildiğimden haberi olmadığı için akşama kadar içinde sıkıntı ile beklemiş. ‘zekiyeye bunu nasıl söyleyeceğiz? ‘ diye düşünüp durmuş. Anlatınca güldüm, kendimi misafire hazırladığımı söyledim.
Kanıt peşinde bitince yengem geldi, iğnesini yaptırmak için. 1 saatten daha fazla oturdu. Yüzümü daha rahatlamış görmüş. Ablamın ona bissürü laf saydığı günden beri kadın benimle pek bir ilgili. Birbirimizi çok iyi tanımadığımızı vs söyledi, ben de evet dedim. Ne diyeyim? Ortaokul-liseyi burda fazilette yatılı okurken mecburen bazı hafta sonları kız kardeşimle birlikte onalara çıkardık. Ortaokulda daha sıktı, sonra lisede babam dışarı yalnız çıkma izni verince doğru düzgün amcamlara gitmedim. Kardeşimi de bazen alıp dışarda gezdirirdim. Bazen de amcam gelip yalnız alıp onu eve götürürdü. Neyse çocukluğunu anlattı. Bağdattaki gittiği okuldan, bağdattaki evden, annesinin evde verdiği eğitimden, babası ile annesinden (babası kadıköy imam hatipin müdürüymüş, tayyip erdoğanın hocalğını yapmış. Annesi adanalı zengin bir ailenin 2 çocuğundan biri. Tek kız ve çok güzelmiş. Resimlerini gördüm gerçekten türk filmlerindeki kadınlar gibi imiş. 5-6 tane yabancı dil biliyormuş. Dindar biri ile evlenmek istediği için bissürü zengin isteyeni olduğu halde kocası ile evlenmiş ve senelerce sürünmüşler. Çok zor hayat şartları olmuş. Ben de alanur teyzeyi duvardan duvara içinde bissürü ciltli, fransızca, arapça ve ingilizce katabın olduğu bir odada otururken hatırlıyorum), koşuyolunda galiba ibrahim ağa camii varmış onun bitişiğindeki kocaman bahçeli evdeki harabe evlerini, ordaki oyunlarını, okula gitmeyi ne kadar istediğini ama her sefreinde b,ir engel çıktığını ve onu okula göndermediklerini anlattı. Çocukları okula başlayana kadar da hep içinde bu özlemi taşımış. Yine de haline şükrediyor. Kültürlü bir aileden geldiği için. Okuma yazmayı annesi evde öğretmiş. İngilizce biliyor ve Kuranı kerimi anlayarak okuyor ve bazen ezbere açıklaması ile beraber arapça olarak ayeti de söylüyor. O anlatınca babamı düşündüm. Zavallı babam daha bu yıl anlattı, okula gitmeyi ne kadar çok istediğini ama onu okula göndermediklerini. Çarşambadaki günlerini anlatmıştı. Daha önce bundan hiç bahsetmemişti. Kendisi okumadığı için bize her türlü imkanı sundu. Hakkıkını asla ödeyemeyiz. Hem de okumadığı halde çok ileri görüşlüdür. 1996 da ümmühanın ingilterede yabancı bir ailenin yanında ( 60 yaşında ingiliz ev sahibi ve 25 li yaşlarda meksikalı öğrenci bir gençle) kalmasına izin vermişti. Şimdi dahi kuzenlerim biz kendi kzımızı yollamayıoz diyorlar. Allaha şükür biraz titizdir ama iyidir benim babam.
Cumartesi yemek yaparken ayşe erçıktı aradı, Faziletten. Çok mutlu oldum.
Pazar günü yine ders çalışmam gereken saatte tv seyrederken stv de sevgi okulları diye bir program vardı, ona baktım. Güney afrikada çocuklar eski dostları söylüyordu. Gözlerim doldu. Ayşegüllerde de bu konuyu konuşmuştuk. İnsanlar nerelere gidiyorlar, hizmet için. Allah rızası için. Dünyanın dört bir yanında türk insanını tanıtıyorlar. Bundan 20 yıl sonra bu okullardan çıkacak çocuklar yetişkin olacaklar ve ülkemizi seven, türk insanını seven bissürü insan olacak. Onlar ailelerinden çok uzaktalar, istedikleri anda yurda dönemezler. İyi para almıyorlar (bunu biliyorum çünkü kardeşim de onların okulunda çalışıyor), dillerini dahi bilmedikleri bir ülkedeler. O öğretmenleri mecburi hizmet gibi oraya gönderebilirlermiydi? Beni görüyorsunuz, zorla gönderince nasıl sıkıntı olduğunu. Kimse zorla iyi bir iş yapmaz. Zorla gönderilselerdi sistem bu derece iyi işlemezdi. Bu derece faydalı olamazlardı. Kendimi düşündüm türkiyenin doğusuna gitmeye korkuyorum. Allahım insanlar nerelere gidiyorlar hizmet için? Ben bu kadar mı korkağım? Allah rızası nedir bilmiyor muyum? Handanın da dediği gibi her sabah kalktığımda işime giderken Rabbim senin rızan için demek, buna niyet etmek çok mu zor? Bu düşünceler gerçekten beni çok rahatlattı. Allahım sana inanmak, sana güvenmek ne güzel! Yanımda senin olduğunu ve senin hoşuna gidecek bir şeyler yapmak ne güzel!
Pazar akşamı günlüğümün (ajanda) ilk sayfalarına baktım. 97 de bu deftere yazmaya başlamışım. Hala aynı defter çünkü, hergün yazmıyorum. Çok mutlu yada çok üzgün olduğumda, yada çok kızgın. 1 ocak 97 bun deftere ilk yazdığım tarih. 96 nın benim için çok kötü bir yıl olduğunu yazmışım. Geride kaldığı için ne kadar mutlu olduğumu ve yeni yılla ilgili temennilerimi. Boyum 170 cm ve kilom 55 kg imiş. Boyum yine aynı da kilom 61-63 arasında oynuyor. O zamanlar bayağı zayıfmışım. Arada bazı sayfaları okudum. Unuttuğum bissürü olay ve insanı hatırladım. Saimenin üni yi bitirince samsundan ayrıldığında ne kadar üzüldüğümü yazmışım. Bir daha görüşemeyiz zannediyordum. Ama öyle olmadı. Gerçi sanırım en son temmuzda görüştük. Sonra ankaradaki günleri okudum. Kübra sanırım soyadı bişendi (ben onu hande ataizine benzetiyordum. Çok dindar bir babası varmış ama kübra babasının ardından sürekli işler çeviren süper mini etek giyen bir kızdı. Önceleri birbirimize gıcık olmuştuk. Ne yapıyordur acaba? Acaba beni hatırlıyormudur?), özlem kuşataner, mine şekkeli, özlem ağdemir... 1 ocak 2000 de yurtta özlem ağdemir, mine ve yurtta çalışan zeynep yılbaşına koca yurtta (ankarada 3. caddede beşevlerde) birlikte girmiştik. Üniyi bitrdikten sonra yurt hayatı yaşamak bana bayağı ilginç gelmişti. İnsanın hayatından ne çok insan gelip geçiyor.

1 Comments:

At 8/12/05 18:52, Blogger nerminn said...

iyiyim, geldim.

 

Yorum Gönder

<< Home